İçeriğe geç

Varoluşçu Felsefe

II. Dünya Savaşı’nın ardından varoluşçuluk, hızla gelişerek ve Avrupa’dan sonra Amerika’da yayılmıştır. varoluşçuluk etkin bir felsefe olarak edebiyat, sinema ve diğer alanlarında hızla yayılırken, toplumsal düzenden rahatsız olanlar ya da hayata karşı tepki verenler için yeni bir düşünsel akım olarak karşılandı. Varoluşçuluk açısından bu kabullenme popülerleşmesini sağlarken önemli bir etkiyi de psikiyatri ve psikoloji alanları başta olmak üzere pek çok disiplinde etkili olmuştur (Geçtan, 1974: 13).
1940’lı yılların sonunda felsefi bir akım olarak öne çıkan varoluşçuluk, köklerini Sokrates’e, Stoacılara, Aziz Augustin’e kadar uzanan bir düşünce ikliminden almaktadır (Bezirci, 2005: 12). Batı dünyasında varoluşçuluk (existentialisme) kavramı ilk defa Sartre tarafından kullanılmıştır. Bazı yazarlar, varoluşçuluğu çağdaş bir felsefe akımından çok bir yönelişi temsil eden düşünsel bir akım olarak tanımlamaktadır. Kökleri Sokrates ve Stoacılarla başlayan varoluşçulukta Pascal’ın etkisi önemli bir yer tutmakta ancak Kierkegaard bu felsefi akımın temel temsilcisi olarak modern varoluşçuluğu ortaya atan kişi olarak öne çıkmıştır (Ulaş, Güçlü ve Uzun, 2002: 1522).
Varoluşçu akıma kadar düşünce tarihi incelendiğinde filozofların insanın özüne odaklandıkları ve öze yönelik çalışma yaptıkları görülmektedir. Felsefe tarihi 20. Yüzyıla gelinceye dek bazı filozofları ayrı tutmak kaydı ile insanın hayat içindeki varoluşunu araştırmadığı, insanın yabancılaşmasını sorun edinmediği görülmektedir. Bu anlamda varoluşçu düşünce akımının temel karakteristiği kendisine bireyi seçmesidir. Bireyin içsel yaşantısına odaklanan bu akımda insan, seçimleri ile özünü oluşturmaya çalışan bir tasarı durumundadır. Yaşamından sorumlu olan insan kendisinden yola çıkmak zorundadır (Akbulut, 2014: 10).
Varoluşçuluk, 1940’lı yılların sonunda liberalizmden kaynaklanan toplumsal sorunların nasıl aşılacağı ve insanların tarihsel yıkımlardan sonra nasıl yaşayacağını sorusuna yanıt getirmeye çalışmıştır. Varoluşculara göre, akılcı düşüncenin başlıca özelliği, özne ile nesnenin karşıtlığı ilkesinden yola çıkmasındadır. Varoluşçuluk’a göre, özgürlük zorunluluk olarak ortaya çıkmaz insan kendisini gerçekleştirdiği eylemlerle yoğurur ve var eder (Çalışlar, 1991: 505).
Sanayileşme ve dünya savaşları ile yaşanan kaos ve çöküntü ile insanlık tarihi ekonomik, siyasal ve toplumsal sorunlarla yüzleşirken, mutsuzluğunun sıradanlaşması ile insan kendisini yabancı ve yalnız hissetmektedir. 20. Yüzyıl felsefesi olarak varoluşçu felsefe, bireyin yaşadığı dünyadaki yalnızlığı ve mutsuzluğunun anlaması için bir yol olarak sunulmuştur. Sartre ve Camus edebiyatın gücü ile insana güvensiz bir ortamda yaşadığını anlatma yolunu seçmişlerdir (Akbulut, 2014: 9).
Varoluşçu olarak tanımlanan filozofların düşüncelerinin öznelliği açısından karşı çıkmaları ile tartışmalı bir konu olsa da varoluşçu felsefesinin önde gelen isimleri Søren Kierkegaard, Jean-Paul Sartre, Albert Camus, Gabriel Marcel, Heidegger ve Karl Jaspers gibi isimlerdir. Bazı yazarlara göre varoluşçuluk bir düşünce hareketi olarak tanımlanmaktadır. Bunun temel nedeni Varoluşçuluğun önde gelen temsilcilerinin birbirinden bağımsız oluşudur. Örneğin insanı tanımlayan filozoflar “Existence”, “Ben”, “Dasein”, “Kendisi için Varlık” ifadeleri ile farklı tanımlarda bulunsalar bile insanın öznel kimliğinin öne çıkarılmasını amaç edinmişlerdir (Bochenskı, 1997: 188).
Varoluşçuluk Felsefesinin tanımını yapmak oldukça zordur. Buna karşılık Kartezyen düşünceye göre belirlenen insan doğası kavramı değişmez özü tanımlamak için kullanılmıştır. Varoluşçular ise insanda sadece insanda varoluşun özden önce geldiği savunulmuştur. Buna göre, insan önce vardır ve sonra da kendi özünü oluşturmaktadır. İnsan yaşamı boyunca acı çekerek, savaşarak yavaş yavaş kendini belirlemektedir ve bu belirlenme yolu hiç kapanmaz (Bezirci, 2005: Önsöz).
Tanımsal açıdan tartışmalı olsa da Varoluş Felsefesi, insanı diğer canlılardan ayırmak için tüm varlıkların ne iseler öyle kalmalarına karşılık, Varoluşçu düşünceye göre, insan dışındaki tüm varlıklar, ne iseler öyle kalmak zorundadır. Örneğin bir insanın kendi çabası ve gayretiyle varoluşunu hazırladığı ve özgür seçimleri ile kendi varlığına şekil verebilmesidir. Varoluşçular, insanın yapısını ve davranışlarını toplumsal ve genetik faktörlerin değil kendi özgür seçimlerinin belirlediğini ortaya koymaktadır. Bu tanıma göre bir masanın kendisini yapamamasına karşılık insanın varoluşu özden önce gelmekte ve insan varlığını şekillendirebilmektedir (Dökmen, 2011: 34).
Varoluşçu felsefenin öne çıkan diğer önermeleri ise insanın özgürlüğü ve sorumluluğunun ayrılmaz bir bütün olmasıdır. İnsanın karar verebilmesi ve tercihlerde bulunabilmesi, bilişsel düzeyde problemleri çözebilen bir varlık olarak algılanmasıdır. Bu anlamda farkındalık insanın açıklanmasında temel bir bakış açısını yansıtmaktadır. Buna göre, “İnsan, fark ettiğini de fark edebilen tek canlıdır” önermesi temel bir ölçü olan “otantik” (şimdiyi yaşamak) yaşantıdan geçmektedir (İlgar ve İlgar, 2018: 198).
Çağdaş düşünce akımlarından en etkili olan varoluşçuluk akımı insanı odağına alan yapısı ile yaşam, bunaltı, ölüm, özgürlük, yalıtılmışlık ve kaygı gibi kavramları yeni bir öncüllerinden devraldığı birikimi her filozofun yeni bir yorumu ile incelemiştir. Bunalım çağı olarak tanımlanan savaş sonrası dönemde insanların güçsüzlüklerine yönelik farklı bir bakış açısının ele alındığı varoluşçuluk temel olarak Hristiyan varoluşçular ve atesitler olarak iki başlık altında da incelenebilmektedir. Hıristiyan varoluşçular, Marcel, Kierkegaard ve Jaspers‟tir. İkinci grup Camus, Sartre ve Heidegger olarak gösterilebilir (Akbulut, 2014: 6).
Varoluşçu yaklaşımın gerek ateist gerekse teist filozofları tek bir çatı altına toplamasına karşılık bu düşünce akımının yekpare bir ilke bütünlüğünden söz etmek oldukça zordur. Kollektif bir yapı sergileyen düşünce akımı olarak varoluşçular bir anlamda ele alınan konular ve en genel yaklaşımların haritası olarak bir düşünsel aile benzerliği olarak birleştirilebilir. Bugün bile hangi filozofların ateist hangilerinin teist kanadı temsil ettiği konusunda düşünce birliğine varılmamıştır. Varoluşçuluk perspektifinde çalışma alanı olan temel konunun insanın kendi varlığını anlamlandırma çabası olduğunu söyleyebilir. Bir başka ifadeyle öznel bir birey olan insanın, yaşamının sorumluluğunu üstlenerek varoluşunu nasıl gerçekleştireceği düşünce akımının temel özelliği olarak gösterilebilir (Şenoğlu, 2019: 11-12).
Varoluş felsefesine katkıda bulunan filozofların dağınık düşüncelerini tek bir çatı altında toplamak oldukça zor olsa da bu felsefenin temel çerçevesi içinde dayandığı temel ilkeler bulunmaktadır. Varoluşçu felsefenin dayandığı temel ilkeler aşağıda gösterilmektedir (Blackham, 2005: 7):
• Varoluşçu felsefe insanın dünyadaki varlığına odaklanmıştır. Felsefi olarak bulantı, ölüme gidiş, insanın kırılabilir ve incinebilir algısı, uyumsuzluk gibi kavramlar insanın özünün şekillenmesindeki yaşantıyı göstermektedir.
• Varoluşçu felsefede farklı filozofların insanların varoluşunu ifade etmek için existence, ben, Dasein ve kendisi için varlık olarak kullandıkları kavramların insanın varoluşunu açıklamaktadır. Bu felsefi akıma göre insanın varoluşu özden önce gelmektedir.
• İnsanın varoluşu bir oluş olarak hiçbir zaman var olmayacaktır. Ancak bu durum tıpkı özgürlük gibi insanın kendi içinde oluşmakta ve tamamlanmamış bir taslak ya da sürekli oluşturulan bir taslak olarak belirtilmiştir.
• İnsanların seçimleri ve özgürlükleri kendini yaratmaktadır. İnsanın varoluş bu anlamda kendi özgürlüğüdür.
• İnsanın diğer insanlarla olan ilişkisinde bir gerçeklik olarak bağ bulunmak zorundadır. Bu bağın temel yapısı insanın varoluşunu açıklaması ve özgün varlığını kurmasıdır.
• Varoluş felsefede özne ve nesne arasındaki ayırım yoktur.
• İnsanlar gerçek bilgiyi bilişsel olarak değil duyuları yolu ile algılamaktadır.
Varoluş felsefesine yönelik olarak ortak temaların açıklanması bir anlamda bu düşünce akımının diğer akımlardan farklılıklarının belirlenmesi ve varoluşçuluğun ilkelerinin neler olduğunun öğrenilmesi açısından önem kazanmaktadır. Bu ilkelerin genel hatları ile bilinmesi varoluşçu bir pozisyonun anlaşılmasına yardımcı olmaktadır. Burada bilinmesi gereken bir başka özellik ise bu ortak ilkelerin yaklaşım biçimi olarak varoluşçu felsefesi tanımlamasına karşılık filozofların hepsi için “eşit ölçüde geçerli olmadığının bilinmesi gerekmektedir (Gündoğu, 2007: 99-105):
• Varoluş felsefe insanı temel almaktadır. İnsanın varlık problemi o ya da bu şekilde varoluşçu filozofların temel çalışma alanını belirlemektedir. İnsanın dünyadaki varlığının anlamının sorgulanması, insanlar hakkındaki çözümlemeler arayışlarının ortak özelliğini yansıtmaktadır.
• Varoluşçular insanın biricik olduğunu ve öznel varlığı nedeniyle nesne olarak algılanmasına karşı çıkmaktadır. İnsanın varlığının öznel kimliği, kollektif ve evrensel bir bakış açısı ile ele alınamaz. Bu durum, insanın bilimsel bir metotla araştırılamayacağı anlamına gelmektedir.
• Varoluş felsefesinin popülerleşmesini de sağlayan “varoluş özden önce gelir” ilkesi, tartışmalı bir şekilde bütün filozoflar açısından farklı tanımlansa da en genel ifadesi ile insanın özgür seçimleri ile kendisini oluşturması ve arayışıdır.
• İnsanın dünyayı ve yaşamı anlaması sezgiseldir. Bu anlamda felsefi ilkelerin bireyin dünyadaki şeylere
ilgisi, anlamlandırması ve yorumundan oluşabilmektedir.
• Varoluşçu felsefe, insanın bakış açısı ile felsefe yapmaya çalışmaktadır. Bilimsel açıklamaların insanların varoluşçu kaygılarını açıklamaktan uzak olduğunun ileri sürülmesi, sistematik felsefi yaklaşımlardan varoluşçuları ayırmaktadır.

Kaynakça:
Gündoğdu H. (2007). Varoluşçu Felsefelerdeki Bazı Ortak Özellikler. Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (1): 95-131.
Blackham, H. J. (2012). Altı Varoluşçu Düşünür. Çev. Uşaklı, E. Ankara: Dost Yayınevi.
Şenoğlu, M. (2019). Ateist ve Teist Varoluşçu Ahlâkın Mukayesesi: Sartre ve Kierkegaard Örneğinde Yüksek Lisans Tezi. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Akbulut, B. (2014). Etik Bağlamda Albert Camus’nün Başkaldırı Felsefesi Yüksek Lisans Tezi. Adnan Menderes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Aydın.
Dökmen, Ü. (2019). Varolmak, Gelişmek, Uzlaşmak Evrenle Uyumlaşma Sürecinde. İstanbul: Remzi Kitabevi.
İlgar, M. Z. ve İlgar, C.S. (2018). Varoluşçu Psikolojik Danışma Ve Psikoterapi: Teori ve Pratiği. Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, 23 (1): 193-220.
Bochenskı, J. M. (1997). Çağdaş Avrupa Felsefesi, Çev. Kırkoğlu, S. F. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Çalışlar, A. (1991). Felsefe Sözlüğü, İstanbul: Cem Yayınları.
Geçtan, E. (1974). Varoluşçu Psikolojinin Temel İlkeleri. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 7 (1); 13-17.

Kategori:varoluşçu psikoterapi