Varoluş (Existence) varoluşçu terapinin ana odağıdır. İngilizce existentialisme olarak geçen varoluşçuluk sözcüğünün kaynağı Latincedir ve kökü “bir şeyden çıkmak” veya “bir şey haline gelmek” anlamına gelen ex-sistere’den gelmektedir (Schneider ve Krug, 2015: 224). Varoluşçu psikoterapinin ortaya çıkışı II. Dünya Savaşı sonrasındaki çalışmalara dayanmaktadır. İsviçreli psikanalistler Medard Boss ve Ludwig Binswanger, “Daseinanalysis” adıyla geliştirdikleri tedavi yaklaşımıyla varoluşçu psikoterapinin öncüsü sayılmaktadır. Klasik psikanaliz tekniklerinin danışanların sorunları çözmek açısından yetersiz kalması ile yeni bir arayış içinde olan hekimler, Heidegger’in ontolojisinin bir sentezini oluşturma yolunu seçmişlerdir. Heidegger’in danışmanlığında gerçekleşen Böylece varoluşçu psikoterapi olarak tanımlanan psikoterapi, çağdaş insanın kendine özgü sorunlarına ve beklentilerine uygun çok önemli bir boyut kazandırılmıştır (Geçtan, 2007: 31).
Varoluşçu terapi temelini varoluşçu felsefeden alan yaklaşımdır. Bu terapinin öncüllerin Viktor Franklin, Rolle May ve Irvin Yalom olduğu söylenebilir (Topses, 2012: 72). Bu terapi kuramına göre, bireylerin tedavileri yapılandırılmış bir biçim içinde değil, bireyin yaşadığı duygu durumu ile yüzleşmesi, öz düzenleme olarak kendisine anlamlı sorular sorması ve hayatında yeni anlamlara yer açmasını hedeflemektedir. Dolayısıyla varoluşçu terapi bir anlamı ile yaşamın bir kopyası ya da ufak bir kesitidir. Terapi sürecinde danışanların iç dünyalarına ilişkin çalışmalar ve yaşamı anlamlandırmaya ilişkin kaygıların ele alınması, bireyin amaçlarına ulaşmak için yapılan iletişim ve etkileşim ile gerçekleşmektedir. Danışanların tutarsızlıklarının farkına varmaları, kendi iç dünyalarını açarak yakın ilişki kurulması, kaygıların önlenmesinde kullanılmaktadır (Kağnıcı, 2013: 292).
Yalom (2014: 14) Varoluşçu psikoterapiyi, dinamik bir terapi yöntemi olarak bireyin var olmasından kaynaklanan endişelere odaklanan bir terapi olarak tanımlamıştır. Varoluşçu terapinin tanımlanmasının zor olmasına karşılık, varoluşçu psikoterapi bireyin içinde etkileşim halinde bulunan özel güçler, güdüler ve korkulara ait tamamen farklı bir bakış açısını temel almaktadır.
Deurzen ve Adams’da (2017: 13) varoluşçu terapistlerin çalışmalarını psikolojiden çok felsefeye dayandırdıklarını ve teknik ve beceri odaklı çalışma konusunda şüpheci davranarak, insanların sorunların üstesinden gelmeleri için mümkün olan en geniş biçimi ile düşünülmesi gerektiğine inanmaktadır. Bu sürecin temel amacı, danışanların hayatlarına ve yaşam tarzlarına adil davranmak ve daha iyi olmaları için insanlara yardım etmektir.
Varoluşçu terapi bir diğer anlamı ile insan olmanın anlamı üzerine yoğunlaşmakta ve varoluşçu felsefeye dayanmaktadır. Varoluşçu terapi, “Ben kimim?”, “Ne için yaşıyorum?” vb. sorularla insanların yaşamları ile ilgili problem alanlarının farkında olmasına çalışmaktadır. Bu terapide insana yönelik yaklaşım, insanın kendi özünü var edeceği ve geleceğini yine kendisinin şekillendireceğine yöneliktir. Varoluşçu Terapi, insanların farkındalığını arttırırken, iletişim ve etkileşim terapinin odağındadır. Bu durum, danışanların problemlerini göz ardı etmeden yaşatmışlarındaki deneyimleri ön plana çıkartılması ile ele alınır (Bilgin ve Sarıcı, 2018: 201-202).
Schneider ve Krug (2015) ise varoluşçu psikoterapiyi insanların kendi yaşamlarını geri kazanmaya ve yaşamlarına yeniden sahip olmalarına yardım etmek olarak tanımlamaktadır. Buna göre varoluşçu terapinin temel ilkeleri, tüm terapi ilkelerinden farklılık taşımaktadır. Varoluşçu terapi, müdahalenin anlamı üzerine odaklanmayı öne çıkarırken, varoluşçu terapistin görevini ise danışanlarına yanıt sunmayan onlara soruları ele almalarında yardımcı olmak olarak açıklamaktadır.
Varoluşçu psikoterapi, bir birey ve var olmanın felsefi anlayışına istinaden ortaya konulmuş bir danışma ve psikoterapi yaklaşımıdır. Bu anlayış birçok düşünürün çalışmasından ve terapistlerin belirli düşünürlere farklı önem vermelerinin sonucunda ortaya çıkmıştır. Varoluşçu yaklaşım, yalnızca varoluş hakkında bir anlayış edinmek ve onu bağımsız şekilde farklı alanlara uygulamak anlamına gelmemektedir. Aksine terapistin bu düşünceye ilgisi, oldukça şahsi bir anlam kazanmaktadır; kısacası, bir var oluş gerçekleşmektedir (İlgar ve İlgar, 2018: 199).
II. Dünya Savaşından sonra öncelikle kıta Avrupası’nda daha sonra da Amerika’da hızla yayılan varoluşçu psikoterapi, psikanaliz ve psikanalitik temelinde Heidegger’in Ontoloji olarak tanımlanan felsefi akımından yararlanmakla birlikte varoluşçu felsefe ile karıştırılmaması gerekmektedir (Geçtan, 2007: 31). Ancak varoluşçu psikolojinin genel hatları ile tanımın yapılamaması bir anlamda varoluşçu felsefenin tanımın yapılamamasından kaynaklanmaktadır. Varoluşçu felsefenin bir düşünce akımı olarak kabul edilmesi farklı filozofların bütünlük içermeyen çalışmaları ile açıklanmaktadır (Göka, 2009: 127).
Yalçın (2020) varoluşçu terapinin bir dizi tekniğe dayanmayan bir yöntem olduğunu ve insanın sınırları ve ölümlülüğü ile fırsatlar ve seçenekler arasında bir denge arayışına yardımcı olduğunu ifade etmektedir. Varoluşçu terapinin insana yardım etmesi açısından temel boyutları ise aşağıda gösterilmektedir:
• Kendi farkındalığına varma kapasitesi
• Özgürlük ve sorumluluk
• Bireyin kendi kimliğini oluşturması ve diğerleriyle anlamlı ilişkiler kurması
• Anlam, amaç, değerler ve hedeflerin araştırılması
• Yaşamın bir koşulu olarak kaygı
• Ölümün ve yok olmanın farkına varılmasıdır.
Varoluşçu terapistler, danışanları ile kurdukları terapötik ilişkide bireylerin yaşamlarına ilişkin bütün gerçeklikleri, inanç değerlerinin farkına varmalarını ve kendi yaşamları üzerinden güven tesis ederek aldıkları kararlar ile yaşamlarını şekillendirmelerine yardımcı olmaktadır (Sharf, 2014: 159).
Varoluşçu terapinin, varoluşçu felsefeye sıkı sıkıya bağlı olduğunu söylemek oldukça zordur. Terapide, varoluşçu ilkelerin tamamı olmasa bile bir kısmı kabul dilmiş ve terapötik süreçte uygulanmıştır. Bir terapinin varoluşçu olarak tanımlanabilmesi için şüphe götürmeyen bir şekilde yaşama ilişkin sorunlara felsefi açıdan odaklanması gerekmektedir. İnsan olma ve iyi olma halini aramayı vurgulan bu süreç, belli bazı ortak felsefe ilkelere bağlıdır. Bu ilkeler aşağıda gösterilmektedir (Deurzen ve Arnold-Baker, 2017: 47-48):
• Terapötik çalışma, insan yaşamı ve hayatla ilgili sorular sorar. Danışanları, kendi varoluşlarını kişisel olarak nasıl anlamlandırdıklarını keşfetmek konusunda cesaretlendirir. Danışanları, kendi kişisel çıkarımlarını, yaşamla ilgili bazı ikilemlerini ve varlıklarının evrensel önemini keşfetmeye yöneltir.
• İnsanların hayatlarını iyiye götürecek yeni yaşama modellerinin arayışı daimidir, ancak bu herhangi modelin reçetevari verilmesi demek değildir. Danışanlar, genellikle kendilerini nasıl kandırdıkları ve onlara iyi gelmeyen inanç ve illüzyonlara nasıl tutundukları üzerine düşünmeye cesaretlendirilirler.
• Bireysel deneyim öne enir. Danışanın hayatı ve dünya görüşünü anlamak ve dile dökmek için özenli bir çaba şarttır. Danışanın konumunu ve tutumlarını belirleyen kültürel, politik ve sosyal bağlamların anlaşılmasına vurgu yapılır. Terapist, büyük resmi aklında tutarak konuşulan herhangi bir fikir veya deneyimin zıttını düşünebilecek felsefi olgunlukta olmalıdır. Danışanlar genel çerçevede hayatın, özel çerçevede ise kendi hayatının temelini oluşturan çelişkileri ve zıtlıkları keşfetmelerinde cesaretlendirilirler.
• Varoluşçu terapistlerin danışanlarıyla beraber kalkıştıkları hakikat arayışı felsefi bir araştırma projesi olarak ele alınmalıdır. Böylesi bir projeye rahatça kalkışılamaz ve bu proje iki tarafın da adanmışlığını ve tam angajmanını talep eder. Terapi süreci, danışanın deneyiminin titizlikle betimlenmesini ve bu deneyimin getirdiklerinin, nedenlerinin, amaçlarının ve sonuçların tamamının keşfedilmesini içermektedir.
• Öne sürülen her yorumun danışan tarafından doğrulanması süreçte kritik öneme sahiptir. Yol gösteren danışanın kendi hikayesidir ve terapistin kuramsal modeli ön planda değildir.
• Terapi odasındaki her iki insanın da eşit olduğu ve bu ortak keşiften ne öğrenebilecekleri üzerine düşünebilecekleri sakin bir karşılıklı konuşmada diyalog ve fikir alışverişinin önemine dair bir farkındalık olmalıdır.
• İnsan yaşamı hakkındaki hipotezlerimizi test edebilmeye ve bunları yeni bulgular ışığında değiştirebilmeye istekli olmamız gerekin varoluşçu terapi, bir tür uygulamalı felsefedir ve felsefi araştırma ve doğrulamanın sıkı standartlarına olduğu kadar, direkt ve karışlıklı insan etkileşiminin ve karşılaşmasının gerekliliklerine uyma zorundadır.
Varoluşçu terapi, bireyin olgunluğa erişmesi ve sağlığını sahip olduğu olanakları özgür iradesi ile kullanmasına dayandırmaktadır. Bu olasılıkların çarpıtılması, o ya da şu nedenden dolayı kullanılmaması ise patoloji olarak tanımlanmaktadır. Varoluşçu terapide önemli bir yer tutan otantik deneyimler, bireyin çevre faktörlerine ve kişiliğine uygun bir şekilde yaşamın ona sunduğu olanakların farkında olması ve dürüstçe seçimler yapmasıdır. Özgür seçim yapan insanlar gerçeklik yaşamaya ve güvene önem veren insanlardır. Ancak, temelinde ölüm olgusu bulunan varoluşsal bunaltı otantik yaşama engel olurken bu bunaltı, insanın varoluşuna ilişkin önemli bir tehdit olarak algılanmaktadır (Göka, 2009).
Varoluşçuluğun merkezinde duran ve Heidegger tarafından Dasein olarak tanımlanan kavram “orada olan” anlamına gelmektedir. Dünyada özne ve nesne bağımlılığına ilişkin olarak insan davranışlarını içinde bulunulan anda, o “anın” içinde yaşananları anlamak, varoluşçu psikolojik danışmanın temel dayanak ilkesi olmuştur. Bu ilke, bir başka temel dayanak olan “otantik” kavramı ile desteklenmiştir. Bireyin geçmiş ve geleceği kenara koyulduğunda şimdi anın yaşanması bireyin farkındalığını arttıracaktır. Otantik yaşam farkındalık, içgörü, varoluş kaygısı, saydamlık ve bağdaşım içinde olmak gibi kavramlar varoluşçu psikolojinin uzantıları olarak kabul edilir (Topses,
2012: 73).
Kaynakça:
Topses, G. (2012). Davranışçı ve Varoluşçu–Hümanistik Psikolojik Danışma Kuramlarının Ayırtedici ve Örtüşen Nitelikleri. International Journal of New Trends in Arts, Sports and Science Education,1(3), 67- 75.
Göka, E. (2009). Varoluşçu Psikoterapi. Turkiye Klinikleri J Psychiatry- Special Topics, 2 (2): 77-83.
Deurzen, E. V. ve Arnold-Baker, C. (2017). İnsan Meselelerine Varoluşçu Bakışlar Terapi Uygulama El Kitabı, (Çev. İçöz F. J.), İstanbul: Aletheia Kitap Yayınevi.
Sharf, R. S. (2014). Psikoterapi ve Psikolojik Danışma Kuramları: Kavramlar ve Örnek Olaylar. Çev. Voltan-Acar, N. Ankara: Nobel Yayınevi.
Geçtan, E. (2007). Varoluş ve Psikiyatri. İstanbul: Metis Yayınları.
Schneider, K.J. ve Krug, O.T. (2015). Varoluşçu-Hümanist Terapi. Çev. Akkaya, G. Amerikan Psikoloji Derneği, Psikoterapi Kuramları Dizisi-6, İstanbul: Okuyanus Yayınevi.
İlgar, M. Z. ve İlgar, C.S. (2018). Varoluşçu Psikolojik Danışma Ve Psikoterapi: Teori ve Pratiği. Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, 23 (1): 193-220.